Tarihte uygarlığın ilk işareti nedir diye, lise yıllarında karşılaştığım sorunun cevabını; tekerlek, ateş, yazının icadı ya da ilk şehirlerin kurulması olarak okumuştum.
Her biri insanlık tarihinin dönüm noktalarıydı elbette, ama uygarlığın başlangıcını tam olarak anlatmıyordu sanki.
Bu soruya Antropolog Margaret Mead’in verdiği cevabı okuduğumda, zihnimde bir şeyler netleşti.
Margaret Mead şöyle diyordu yazısında:
“Kırılmış ama iyileşmiş bir kaval kemiği,” diyordu uygarlığın başlangıcı için.
Bu cümle beni derinden etkiledi. Ve bu etki, beni sosyoloji okumaya sevk etti.
Çünkü bu sözde yalnızca bir kemiğin iyileşmesi değil; insan olmanın, başkasına el uzatmanın, yardımlaşmanın izleri vardı.
O andan itibaren, uygarlığın tanımına dair bildiklerimi yeniden sorguladım.
Evet, Margaret Mead’in uygarlığın başlangıcına iyileşmiş kaval kemiğini koymasına çok şaşırmıştım.
Siz de şaşırdınız, değil mi?
Yazının devamında, doğada hiçbir hayvan kırık bir kemikle uzun süre yaşayamaz, diyor.
Eğer kırılan bir kemik iyileşmişse, biri o canlıya bakmış, onu taşımış, korumuş, beslemiş ve iyileşene kadar yanında kalmış demektir.
Yani birine yardım etmek, o yükü paylaşmak… İşte Mead’e göre, uygarlığın başlangıcına işaret ettiği yer, başkasına yardım ettiğimiz noktada başlıyor.
Uygarlığın başlangıcı ve uygarlıkla ilgili başka görüşler de var elbette.
Mesela Yuval Noah Harari ise başka bir kapı aralar:
Ona göre, bizi uygarlık seviyesine çıkaran şey, birlikte hayal kurabilme gücümüzdür.
Ortak mitlere, fikirlere, hikâyelere inanıp kalabalıklar hâlinde hareket edebilmemiz…
İnançlar, devletler, markalar… Hepsi ortak bir kurgunun ürünü.
Ve bu kurgu sayesinde iş birliği yapabiliyoruz, der.
Ama günün sonunda, hangi görüşten gidersek gidelim, dönüp dolaşıp yine aynı yere geliyoruz: birlikte yaşama becerisi.
Birbirimize destek olma, darda olana el uzatma yetimiz.
Frans de Waal’ın primat araştırmaları da bunu destekler.
Yani empati ve yardım sadece bize özgü değil.
Ama belki biz, bunu daha büyük ölçeklere taşıyabildiğimiz için insanız.
Sanırım uygarlığın kalbinde hâlâ Mead’in işaret ettiği o yardımla iyileşmiş kemik duruyor.
Bugün uygarlığı teknolojiyle, betonla, gökdelenlerle ölçüyoruz.
Sanırım ölçüyü yanlış yerde arıyoruz.
Belki de gerçek uygarlık; düşeni, zayıfı nasıl koruduğumuzda, yarayı nasıl sardığımızda saklı.
Hâlâ kırık bir kemiğin, çürümüş bir dişin, incinmiş bir duygunun onarılması için gösterilen çaba, insanlık ve uygarlık adına çok şey anlatıyor.