Erkeklik, tarih boyunca güçle özdeşleştirildi. Ancak bu güç, kaslardan değil, korkudan beslendi. Erkek, en çok kadının ne düşündüğünü, ne hissettiğini ve ne yapacağını bilememekten korktu. En derin korkusu ise, bir kadının karnındaki çocuğun kendisine ait olup olmadığını asla tam olarak bilememekti. Bu belirsizlik, erkekliğin temel yarası oldu.
Bu korkuyu bastırmak için erkekler, tarih boyunca kadınları kontrol altına almaya çalıştı. Kadınları eve kapattılar, nikâhla bağladılar; dinle, hukukla ve töreyle zincirlediler. Özellikle din üzerinden pek çok kılıf uydurdular ve hâlâ uyduruyorlar. Ama gerçekte mesele kontrol arzusuydu. Çünkü özgür bir kadın, erkeklerin alıştığı düzeni altüst ediyordu.
Özgür kadın, başıboş ya da sorumsuz biri değildir; baskıları aşarak kendi iradesiyle karar alan, eşitlik için mücadele eden, ruhundaki güçle topluma katkı sağlayan kadındır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e eğitim için direnenler ve dünyada oy hakkı için savaşanlar gibi, özgür kadın kaos değil, adalet yaratır.
Bu özgürlük, bazı erkekleri ürküttü; karşılarında özgür bir kadın gördüklerinde ya içlerine kapandılar ya da saldırganlaştılar. Günümüzde kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri, bu kontrol arzusunun en karanlık yansımasıdır. Geçmişin gelenekleriyle şekillenmiş zihinler, özgür kadını hâlâ tehdit olarak görüyor; kontrol edemeyen bazı erkekler şiddete başvuruyor ve hatta bir kadının hayatına son verebiliyor.
Kadınlar bu baskıya boyun eğmedi. 19. yüzyılda süfrajet hareketiyle oy hakkını kazandılar; 20. yüzyılda iş dünyasında, bilimde ve siyasette lider oldular. Bugün kadınlar, teknoloji devlerinden sanat sahnelerine kadar dünyayı yeniden şekillendiriyor. Türkiye’de 2023’te kadınların iş gücüne katılım oranı %35’e ulaşırken, dünya genelinde kadın CEO’ların sayısı her geçen yıl artıyor. Bu değişim, erkek egemen hiyerarşiyi sarsıyor.
Ama bazı erkekler hâlâ geçmişin gölgesine sığınıyor. Kadına yönelik şiddet, dünya genelinde ciddi bir sorun: 2021’de Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre her üç kadından biri, hayatında en az bir kez şiddete maruz kaldı. Şiddet, para veya yasalar, kontrolü geri alma çabası olarak kullanılıyor. Oysa kadınlar, sorumlu ve tarihsel başarılarla şekillenmiş özgürlükleriyle bu düzeni çoktan yıktı.
Gerçek cesaret, bir kadının özgürlüğünü – yani kendi iradesiyle yaşama ve toplumu dönüştürme gücünü – tehdit olarak görmek yerine, onunla eşit bir dünyada yaşamayı öğrenmektir. Korkularıyla yüzleşemeyen erkek, kendi yetersizliğiyle kavga etmeye mahkûmdur. Kadınlar ise artık, sadece çocuk değil, yeni bir dünya doğuruyor.
Ve bu dünyada, kimse kimseyi kontrol edemeyecek gibi görünüyor.
Eski dünyanın din, mezhep, gelenek ve görenekleriyle kadını kontrol etmeye çalışan, yeni dünyanın dinamiklerine uyum sağlayamayan erkeklere: Geçmiş olsun.