Hem içerik hem de üslup olarak ağır bir kitap “Çürümenin Kitabı”. İki dünya savaşı arasında kalıp varoluşun ağırlığı altında ezilenleri anlatsa da bugünü de anlatıyor. Umutsuzluğu bulaştıran, bir o kadar da zihin açıcı aforizmalarla farklı bir bakış açısı kazandıran bu kitabın merkezinde, bireylerde hastalık veya akıl hastalığı olarak ortaya çıkabilen; toplumlarda ise dekadansa düşüş şeklinde beliren çürüme kavramı var.
Dekadans, ‘düşkünleşmiş’ anlamına gelen Fransızca bir kelime. 19. yüzyıl sonlarında Fransız sembolistlerine, edebiyatı soysuzlaştırdıkları ima edilerek yakıştırılan bu kavram, edebiyatımıza II. Abdülhamit zamanında girmiştir. İstibdat döneminde yaşamaya çalışan aydınlar, baskı ve sansür yüzünden sosyal ve siyasal konularda yazamayınca yeniden bireysel konulara yönelmiş; fakat işlene işlene yıpranan bu konulara canlılık getirmek maksadıyla birçok duyuyu anlatımın içine dâhil etmiş ve soyut bir dil kullanmaya başlamışlardır.
Bir ilkokul öğretmeni hassasiyetiyle anlaşılmak ve faydalı olmak amacıyla yazan Ahmet Mithat, bu soyut dilin toplum tarafından anlaşılamayacağını söylemiş ve onları, yazdıklarının içerik olarak boş olduğu için dışarılığını süslemekle suçlayarak “Dekadan” (düşkünleşmiş) olarak nitelendirmiştir.
Düşkünleşmiş mi, düşürülmüş mü? Önce hangisi oldu da her türlü yolsuzluk, hırsızlık bize normal gelmeye başladı? Böyle değildi çünkü devlet malı korunur, gözetilirdi. Hırsızlık ayıplanırdı.
Diyanet İşleri Başkanı üstü başıyla, elindeki kılıcıyla, avucundaki duayla tam bir Müslüman. Ama aşçısını, diyetisyenini ve son ütücüsünü hacca götürmesinde bir tuhaflık yok mu? Diyanet, bunca yolsuzluk varken neden hâlâ kadınların örtünmeleri ve mirastan az pay almaları için fetva veriyor da; sahte diplomayla 12 yıl imamlık yapan personelinin kıydığı nikâhların düşüp düşmeyeceğiyle ilgili tek bir yorumda bulunmuyor?
“Çürümenin Kitabı”nı Cioran yazmış olabilir ama biz sosyal bir çürümenin içinde debeleniyoruz. Önce yoksullukta ve adaletsizlikte eşitlendik, sonra ölümler sıradanlaştı. 6 Şubat depreminde bant daraltan ulaştırma bakanına şaşırmadık. Depremde ölenlerin bilgileriyle sahte diploma yapıp satanlara da… Torbacının narkotik müdürü, halı yıkamacının psikolog olmasına biraz güldük, o kadar.
İyi kötü, uzun kısa bir ömür yaşadık. “Geldik çağı gördük ürperdik.” Gözümüzün ferini, umudumuzu çaldılar; her şeye de alıştık, arsızca yaşadık ama bebeklerin ölümünden para kazanan Yenidoğan Çetesi’ne alışmamalıydık. Buna da alışınca; Özgür Özel’in yargıdaki borsayı isim isim ilan etmesine, Adalet Bakanı’nın “Bunun yargıyla ne alakası var?” demesine elbette şaşırmadı bu toplum. Hâlbuki ilan edilen şey bir yolsuzluk değil de yasak bir aşk ilişkisi olsaydı, o zaman şaşırır; gözlüğü takıp dikkatle bakardık. İşte böyle bir çürüme bu.
Ve nihayetinde, bir toplumun gerçek çürümesi; artık hiçbir şeye şaşırmamaya alışmasıyla başlar