Dr Ahmet Akdaş
Dr Ahmet Akdaş Mail Adresi

​​​​YAŞLANMA VE DERİ

11 Kasım 2024

Deri yaşlanması; 20’li yaşlarda başlar ve derinin farklı tabakalarını etkileyen şekilsel ve kimyasal pek çok bozulmayı içeren kaçınılmaz bir durumdur. En büyük organ olan deri, diğer organların yaşlanmasından farklı olarak görselliği de ön planda olmasından dolayı son derece sosyal etkiler oluşturabilmektedir. Cilt görüntüsünün bozulmasından dolayı psikolojik problemler, kişinin sosyal, ilişkilerini, imajını, verimliliğini etkileyebilmektedir. Deri yaşlanmasındazamansal yaşlanmanın yanı sıra

genetik, hormonal faktörler, enfeksiyonlar, tümoral nedenler, ultraviyole ışınları (güneş ışınları), soğuk,

sıcak, rüzgar gibi iklimsel faktörler, beslenme alışkanlıkları, sigara, aşırı alkol kullanımı son derece etkin rol oynamaktadır. Yaşlanmaya paralel deri fonksiyonlarında belirgin yavaşlama ve azalmalar olmaktadır. Bunlar; su kaybı (derinin aşırı kuruması ), yara iyileşmelerinde gecikme, kaşıntılı hastalıkların artması, yağ salgısının azalması, saç ve tırnaklarda çabuk kırılma ve uzamalarında yavaşlama, şaçlarda volüm kaybı ve azalma gibi pek çok belirti sayılabilir. Deri yaşlanmasında dış faktörlerden en fazla etkili olan güneş ışınlarıdır (ultraviyole A ve B ). Tekrarlayan ve uzun süreli güneş altında kalmalar deride erken ve aşırı yaşlanmaya nedenolur. Dış etkenlerden en fazla etkili olan 2. faktör sigaradır. Kişinin günlük içtiği sigara miktarı ve içme süresi deri yaşlanmasıyla paralellik gösterir.  Kadınlarda menapozla birlikte deride yaşlanma belirtileri hızlanmaktadır. Bu dönemde deri kuruluğunda artma, elastikiyet kayıpları, deride sarkmalar ve lekelerin oluşması hızlanır.

Deri yaşlanmasıyla birlikte derinin üst katmanı (epidermis ) incelir ve kendini yenileme süresi iki kat daha uzar. Bu sebeple kimyasalların deriden uzaklaşması yavaşlar ve bu durumda kontak ekzemaları deri enfeksiyonları diğer deri hastalıklarında artış görülür. Bir başka deyişle, kısaca derinin savunma ve koruma fonksiyonları ciddi bir şekilde azalmaktadır. Derinin alt katmanı olan dermis katında isederiye sağlamlığını ve esnekliğini veren kollojen ve elastin lifleri bulunur. Vucutta en fazla kollojenin bulunduğu organ derimizdir. Kollojen 30 lu yaşlarla birlikte azalmaya başlar ve bu durumda hem deri incelir hem de elastikiyet kaybeder, sarkmalar ve görünümünde bozulmalar oluşur. Deride kırılmalar, çizgilenmeler, soluklaşma, matlaşma ve lekelenmeler belli başlı belirtilerdir.  Son zamanlarda piyasada ruhsatlı veya ruhsatsız pek çok kollojen tabletleri ve solüsyonları satılmaktadır. Bunların ağız yoluyla alınmalarının ne kadar etkili olduğu tartışma konusudur ve bilimsel olarak faydalı olduğunu kanıtlaya hiçbir veri bulunmamaktadır.

Deri yaşlanmasını geciktirme ve tedavisinde son zamanlarda ciddi ürünler ve uygulamalar geliştirilmiştir. Temel olarak günlük kullanılması gereken birkaç ürün bulunmaktadır. Bunlardan en başta gelenler güneş kremleri, günlük nemlendirici kremler ve losyonlar, göz etrafı için kremler ve cilt temizleme ürünleridir. Bunun dışında doktor tarafından uygulanabilecek kollojen ve gençlik aşıları, polinükleotidler (somon DNA olarak bilinir ), hyalurinic asid, amino asitler, peptitler ve radyofrekans uygulamaları sayılabilir. Kısacası yavaş yaşlanmak mümkün olabilmektedir.

Cildinizi dermatolog’unuza emanet ediniz.                                                  Dr. Ahmet AKDAŞ

                                                                                                                        Cilt hastalıklar uzmanı

​​​​ÜRTİKER (DABAZ,KURDEŞEN)

21 Ekim 2024

Ürtiker; toplumda sık görülen derinin alerjik ve damarsal bir reaksiyonu, tepkisi olup geçici kızarıklık, kabarma ve şiddetli kaşıntın olduğu bir hastalık tablosudur. Toplumda yaklaşık %20 oranında, insanların yaşamlarının bir döneminde, en az bir kez ürtiker atağı geçirmektedir. Ürtiker rahatsızlığı altı haftadan daha kısa ise  ‘’Akut ‘’, daha uzun süreli ise ‘’Kronik ‘’ olarak tarif edilir. Akut ürtiker daha çok gençlerde, kronik ürtiker ise daha çok orta ve ileri yaşlarda görülür. Ürtikerin çok çeşitli tipleri ve buna bağlı çok farklı sebepleri vardır.Hastalığın yaklaşık üçte birinden fazlası fiziksel ürtiker grubundandır. Bunların sebepleri; travma, basınç, sıcak, soğuk, güneş ışınları, egzersiz, su gibi faktörlerdir. Kronik ürtiker vakalarının %90 oranında nedeni bulunamamakta ve pek çoğunda sebep stres ve olumsuz hayat tarzıdır. Bunlar dışında vücuttaki herhangi bir enfeksiyon varlığı ( çürük dişler, sinüzit, boğaz ve akciğer enfeksiyonları, idrar yolları enfeksiyonları v.s. ), bağırsak parazitleri, kullanılan bazı ilaçlar ve bazı besinler ( Özellikle içinde katkı maddesi içeren gıdalar, kuruyemişler ve baharatlı gıdalar ).

Ürtiker deride kızarıklıkla beraber kabarma, kaşıntı ve kaşınan yerlerin hızlıca kabardığı, saatler içinde kaybolup ve tekrar ettiği bir tablo ile devam etmektedir. Bazen birlikte dudaklarda ve göz kapağında ileri düzeyde şişme ve kızarıklık olabilir. Boğaz ve boyun yanma, dilde şişme ve nefes darlığı oluşabilir. Bu gibi durumlar akut ürtikerin şiddetli formu olup hızlı bir şekilde hastaneye gitmeyi ve tıbbı müdahaleyi gerektirir. Altı haftadan uzun süren ürtikeri, nedenleri açısından kan, idrar ve diğer testleri

Araştırmak gerekir. Pek çoğunun altında kronik stres vardır. Ürtikerde genetik yatkınlık ve kişini alerjik yapısının olup olmaması önemlidir. Tedaviye başlamadan önce hastanın stres katsayısının değerlendirilmesi, gerektiğinde psikiyatri konsültasyonu yapılması önemlidir. Bazen de psikiyatri doktoru ile birlikte tedavi sürecini takip etmek gerekir.

Akut ürtiker çoğunlukla akşamları ataklar yapar. Hastalar bu nedenle çoğu zaman geceleri acil servislere gitmek zorunda kalır. Kaşıntı, kızarma, kabarmalarla başlar, bazen kısıtlı bir alanda kalır, bazen tüm vücudu kaplayabilir, kaşınan yer hızlıca kabarır. Bazı hastalarda dudak ve göz kapağında kızarma ve şişmeler ortaya çıkar. Bu gibi durumlarda acil müdahale etmek gerekir. Tedavi bir hafta sürebileceği gibi aylarca ilaç kullanmakta gerekebilir. Hastaların ürtikerin aktif olduğu dönemde perhiz yapmaları da önerilir. Bu dönem içinde kaşıntıyı uyaran baharatlı gıdalar, kokulu bitkiler (roka, tere benzeri bitkiler ), içinde katkı maddesi içeren hazır gıdalardan uzak durması tavsiye edilir.  Tedavi şeklinin ve sürecin bir cilt doktoru tarafından takip edilmesi ve düzenlenmesi gerekir.

En değerli giysiniz cildinizi dermatolog’unuza emanet ediniz.

​​​​​​​​​Uzman Dr. Ahmet AKDAŞ

​​​​​​​​​ Cilt hastalıkları

​​​BOTOKS

28 Eylül 2024

Botoks;  Bir bakteri ( clostridium botulinum bakterisi) toksini olup, yedi farklı tipi vardır. Şu an için en yaygın kullanılanı A tipi toksindir. Bu bakteri en çok bozuk konserve ortamlarında ve kirli yaralarda bulunur ve buralarda çoğalır. Konserve tipi yiyeceklerin zehirlenmesinden sorumlu bir bakteri ve toksin türüdür. Halk arasında söylendiği gibi, yılan zehiri değildir ve bu kirli ve yanlış bir bilgidir. Toksinin özelliği, kasları kısmı veya yaygın biçimde, geçici olarak felç etmesidir. Botoks,uygulanan kaslarda sinir iletisini engelleyerek gevşeme ve kısmen felç yapar. Aynı zamanda, benzer sinirsel iletiyi azaltarak o bölgede terlemeyi de azaltır veya yok eder. Bu nedenle, aşırı terlemenin tedavisinde de kullanılır. En çok koltuk altı, el içi ve ayak tabanının aşırı terlemesinde kullanılmaktadır.

Botulinum toksin tip A ilk olarak 2002 yılında estetik amaçlı kullanım izini almış olup, son 15 yılda yaygın olarak kullanılmaktadır. İlk zamanlar koltuk altı terleme tedavisinde kullanılmıştır. Daha sonraları da estetik amaçlı alın, kaş ortası çizgileri ve göz kenarında kaz ayakları çizgilerin tedavisinde etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Estetik amaçlı botoksyapmış olduğumuz hastaların, baş ağrılarında ciddi azalma veya migreninde azalma olduğunu gözlemlenmiştir. Daha sonraları migren ve baş ağrılarının tedavisinde botokskullanılmaya başlanmış olup, sonuçları oldukça başarılı olmuştur. 

Toksin; son zamanlarda başka pek çok hastalığın tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Göz kapağı spazmlarında (kasılmalarında ), diş sıkma ( bruksizm ), diş gıcırdatma, kilo verme ve zayıflama tedavileri bunlardan bazılarıdır. Kısaca botoks, bu yüzyılın, zehirden ilaca doğru evrilen bir buluşu olmuştur.  Gelecek yıllarda yine pek çok farklı hastalığın ve sorunun tedavisinde kullanılması beklenmektedir.

Botoks, bazı durumlarda uygulanmaz. Bunlar başlıca; injeksiyon bölgesinde bakteri veya virüs enfeksiyonununvarlığı, gebelik ve emzirme dönemi, kalıtsal kas hastalıkları, bazı ilaçların kullanımı varken, kanama bozukluğu hastalığı olanlar ve yaygın kan sulandırıcı kullanıldığı durumlarda uygulama yapılmaz veya ertelenir. Her ne kadar, gebelik sırasında botoks yapılan kadınların sorunsuz bir gebelik ve doğum öykülerinin olmasına dayanarak, botoks yan etkisi olmadığı söylense de, botoks gebelerde riskli ilaç gurubundadır. Botoksun anne sütüne geçip geçmediği de bilinmemektedir. Bu nedenle emzirme döneminde uygulama yapılması doğru değildir.

Botoks, dış ortanda ve oda sıcaklığında etkisi hızlıca yok olmaktadır. Bu nedenle, buzdolabında saklanması ve muhafaza edilmesi gerekir. Son yıllarda sahte ve ruhsatsız botokslar piyasada yaygın şekilde kullanılmakta ve uygun olmayan şartlarda yanlış injeksiyonlar yapılmaktadır. Bu durumlarda botoks gerçek bir zehir gibi etki göstermekte ve hastanın ölümüne varıncaya kadar pekçok kötü sonuç lar ile karşı karşıya kalınmaktadır.

Son yıllarda, güzellik salonlarında ve evlerde botoksuygulaması yapıldığını çevremizde ve haber kanallarında duymaktayız. Bu durum son derece riskli ve tehlikelidir. Botoksun bir zehir ( toksin ) olduğu hiçbir zaman unutulmaması gerekir.  Botoks uygulaması, klinik veya hastane ortamında yanlızca uzman doktor tarafından yapılabilir. Öncelikle hastanın uzman tarafından hastalığının ve probleminin değerlendirilmesi, gerekli tedbirlerin ve şartların oluşturulması sonrasında injeksiyona geçilmesi gerekir.

En değerli giysiniz cildinizi dermatolog’unuza emanet ediniz.    

​​​​​​​​​Uz. Dr. Ahmet AKDAŞ

                                                                                                                            Cilt Hastalıklar uzmanı

 

 

Kaşıntı (Pruritus)

06 Eylül 2024

Kaşıntı, kısaca kaşınma isteğine yol açan rahatsız edici bir his olarak tanımlanabilir ve deri hastalıklarında en sık görülen belirtidir. Kaşıntı, ağrı ile aynı sinirsel yolları izlediği için oluşum mekanizmaları da benzerlik gösterir. Derideki kaşıntı reseptörleri (sensörleri) uyarıldığında, bu uyarılar sinir sistemi aracılığıyla beyin hücrelerine iletilir.

Kaşıntı genellikle gece artar. Bunun nedeni, gece vücut ısısının yaklaşık 1 derece yükselmesidir. Sıcaklıklar genelde kaşıntıyı tetikler veya şiddetlendirir. Kaşıntıyı başlatan ya da şiddetini artıran faktörler arasında en başta stres, derinin ve ortamın kuru ve nemsiz olması, böcek ve haşere ısırıkları, mantar enfeksiyonları, parazit hastalıkları (örneğin uyuz ve bit), egzama, sedef hastalığı (psoriasis) ile bazı gıdalar ve ilaç alerjileri bulunur. Derinin bütünlüğünü ve yapısını bozan durumlar ve inflamatuar hastalıklar da kaşıntıya yol açabilir.

Kaşıntı başladıktan sonra bazen o kadar şiddetli ve uzun süreli olabilir ki, kaşınan bölgenin derisinde renk ve yapı değişiklikleri meydana gelebilir. Bu durumda deriden kaşıntıyı artıran biyokimyasal maddeler (serotonin, histamin vb.) daha fazla salınır. Bu da hastanın kaşıntısının daha da artmasına ve bir kaşıntı döngüsüne girmesine yol açar.

Karaciğer ve böbrek yetmezliğinin ileri aşamalarında da kaşıntı görülebilir. Bu durum kandaki üre, ürik asit ve diğer bazı toksik maddelerin artmasına bağlıdır. Ancak halk arasında, en basit kaşıntının bile “karaciğerden mi kaynaklanıyor?” gibi kaygılar yaratması yaygın ama yanlış bir inanıştır. Pek çok hasta gereksiz yere tetkik yaptırmak istemektedir. Oysa kaşıntıların çok azı karaciğer ve böbrek yetmezliği sonucunda gelişir ve bu hastalıklarda kaşıntı, genellikle yetmezliğin ileri aşamalarında ortaya çıkar. Bu aşamalara gelene kadar başka pek çok belirti zaten kendini gösterir.

Yaygın kaşıntı nedenlerinden bir diğeri de parazit hastalıklarıdır. En yaygın olanı ise uyuzdur (scabies). Bölgesel savaşlar, göçler ve pandemi gibi durumlar uyuzun hızla yayılmasına sebep olabilir. Son yıllarda, ülkemizde yaşanan göç dalgaları ve depremler nedeniyle barınma ve hijyen koşullarının bozulmasına bağlı olarak uyuz vakalarında ciddi bir artış yaşanmıştır. (30 yıllık uzmanlık deneyimimde, en fazla uyuz vakasını son birkaç yılda tespit etmiş bulunmaktayım.)

Kaşıntı problemi olan hastaların diyet yapmaları önemlidir. Bazı yiyecekler kaşıntıyı doğrudan ya da dolaylı olarak artırabilir. Bu gıdalar arasında sıcak yiyecekler, kokulu bitkiler (roka, tere vb.), baharatlar, ekşi ve acılı gıdalar, kuruyemişler ve alkollü içecekler sayılabilir.

Kaşıntı problemi yaşayan kişilerin mutlaka bir dermatoloğa başvurmaları gerekmektedir. Yanlış tedaviler hem zaman hem de maddi kayba yol açabilir ve gereksiz tahliller yapılmasına sebep olabilir.

Unutmayın, en değerli giysiniz cildinizdir; onu dermatoloğunuza emanet edin.

Uz. Dr. Ahmet Akdaş
Cilt Hastalıkları Uzmanı
 

SİVİLCELER ( AKNE ) VE TADAVİSİ

15 Ağustos 2024


Deri, vücudun en büyük organıdır. Toplam vücut ağırlığının yaklaşık %16’sını oluşturarak vücudun en ağır organı olma özelliğine sahiptir. Yetişkinlerde 1.2 - 2.3 metre karelik bir yüzey alanı oluşturur.
Temel olarak 3 tabakadan oluşur: En dışarda yüzeysel tabaka (epidermis), onun altın orta tabaka (dermis). Bu tabaka deriye sağlamlılığını verir. Elastin ve kollejen lifler bu tabakada bulunur. Deri ekleri dediğimiz kıl kökleri yağ ve ter bezleri de bu orta tabakada bulunur ve bir kanalla dışarı açılır. Üçüncü ve en alt tabaka ise hipodermis dediğimiz yağ tabakasıdır.
Akne(sivilce); ergenlik dönemimde (ortalama 10-12 yaş) başlıyan, yağ bezlerinin kanallarında tıkanmaya bağlı olarak gelişen. Yüz başta olmak üzere yağlı bölgelerde , siyah renkli tıkaçlar, yağ bezinin şişmesi ve enfeksiyonu ile kendini gösteren bir hastalıktır. Akne, az veya çok şiddetli olarak, neredeyse herkeste görülür. Sıklık ve şiddeti 16-20 yaşlarda belirgin olarak artar. Ergenlik aknesi, mültifaktöriyel ( çok faktörlü ) bir hastalıktır. En önemli faktörler, ergenlikle beraber yağ bezlerinden yağ yapımının artması, kanallarda tıkanmalar, genetik yatkınlık ve yağ bezlerinin enfekte olması sayılabilir. Ergenlik öncesi androjen hormonu düşüktür. Ergenlikle beraber bu hormonun artmasıyla birlikte derideki yağ bezleri büyür ve yağ salgısı artar. Bu nedenle akne oluşumunda hormonların etkisi oldukça önemlidir.
Akne, en çok yüzün orta kısımlarında (alın, burun, çene ) olmak üzere, yüzün tüm alanlarında, vücutta sırt, omuz ve göğüste siyah noktalar, kızarık tarzda kabarıklıklar ve çıbanlarla kendini gösterir.  Bazen o kadar büyük olur ki ( kistik akne ) nohut ve fındık büyüklüğünde iltihaplanma şeklinde görülebilir. Akne,
Yaş dönemi hastalığı olmasından dolayı çoğu kişiler herhangi bir tedaviye gerek duyulmayacağı, kendiliğinden iyileşeceği düşüncesinde olabilirler. Ancak akne belli bir dönem sorunu olmasına rağmen,
iyileşirken çok kötü izler bırakabilir. Bundan dolayı mutlaka tedavisi yapılmalıdır. Öyle ki çoğu zaman akneyi tedavi etmek, izlerini tedavi etmekten çok daha kolay ve daha az maliyetlidir.
Tedavide birinci kural, cildin doğru ve düzenli bir temizleme ajanı ile temizlenmesidir. Tedavi bazen lokal tedavilerle olabileceği gibi( krem, jel ve solüsyon gibi ), bazende sistemik tedaviler uygulanabilir.
Sistemik tedaviler ağızdan alınan antibiyotikler ve retinoid dediğimiz bazı ilaçları kapsamaktadır. Retinoidler; halk arasında yanlış inanışın aksine, son derece etkili ilaçlardır. Bunlar A vitaminin üretilmiş, sentetik türevleridir. Piyasada Roaccutane , Acnegen ve zoratanin olarak bulunmaktadır. Bu ve diğer tüm tedavilerin mutlaka bir cilt hastalıkları uzmanı tarafından yapılması gerekir. Aksi durumlarda yanlış ve yetersiz tedavilerle zaman kaybedilmekte, bazende son derece kötü izler kalmasına neden olunmaktadır. Akne tedavisi güzellik salonlarında ve uzman olmayan kişiler tarafından yapılamaz. En değerli giysiniz cildinizi, dermatolog’unuza emenet ediniz .
 
Uz. Dr. Ahmet AKDAŞ
Cilt Hastalıklar uzmanı
 


Seç