Son bir haftadır İstanbul’dayım ve farklı kesimlerden insanlarla sohbet ederek halkın nabzını tutmaya çalışıyorum. Sokaklarda, çay ocaklarında, esnaf dükkânlarında siyasetten çok, geçim sıkıntısı konuşuluyor.
Konuştuğum vatandaşlar, ekonomik krizi büyük ölçüde siyasetle ilişkilendiriyor. İnsanlar olup biteni yakından takip etse de gelişmelere müdahil olma konusunda hâlâ çekimser. Son dönemde siyasetin gündemine yeniden taşınan Suriye meselesi ve “terörsüz Türkiye” söylemi var. İktidar, uzun zamandır yakalayamadığı bir avantaj elde etmiş gibi görünüyor. Ancak muhalefet bu konulara hazırlıksız yakalandı. Esad’la diyalog önerileri sunarken Esad’ın devrildiğinden habersiz oluşu ve “terörsüz Türkiye” söylemine karşı net bir tavır alamaması, muhalefeti halkın gözünde tutarsız ve yetersiz gösterdi.
Fakat iktidar da bu avantajı uzun süre koruyamadı. Bildik yöntemlere geri dönerek baskı politikasına yöneldi. Son günlerde artan gözaltılar, davalar ve muhaliflere yönelik baskılar, siyaset sahnesinde yeni bir gerilim dalgası yarattı. İktidar, gündemi kontrol etmeye çalışırken bu baskılar, muhalefeti bir araya getiren bir olguya dönüştü.
Peki, toplum bu gelişmelere nasıl yaklaşıyor? İstanbul’da konuştuğum birçok kişi gelişmeleri izliyor ama tepkilerini yüksek sesle dile getirme konusunda kayıtsız. Tutuklanan gazeteciler, sanatçılar veya aydınlar konusunda da benzer bir ilgisizlik var. Halk, bu isimleri sahiplenme konusunda tereddütlü ya da onların mücadelesini kendi mücadelesi olarak görmüyor. Bunun nedeni, aydınlarla toplum arasındaki kopukluk, gazetecilere duyulan güvensizlik ya da güven veren bir aydın profilinin eksikliği olabilir.
Muhalefet baskılara tepki gösterse de toplumla ortak bir dil yakalayamıyor. “Demokrasi elden gidiyor” söylemi artık güçlü bir karşılık bulmuyor. İnsanlar daha somut çözümler görmek istiyor. Öte yandan, muhalefetin hızlı ve tepkisel hamleleri de halkta karşılık bulmuyor. Erken seçim çağrıları, sokak eylemleri, adayın hemen açıklanması gibi talepler, halkın gerçek gündemiyle örtüşmüyor. Çünkü insanlar, erken seçim bile olsa iktidarın değişeceğine inanmıyor ve böyle bir sürecin başlamasına dair bir beklenti taşımıyor.
Dikkatimi çeken bir diğer nokta, insanların siyaseti adeta bir izleyici gibi, mesafeli bir şekilde takip etmesi. Türkiye’de bugüne kadar darbeler dışında halkın doğrudan müdahalesiyle bir iktidar değişimi yaşanmış değil. Gözaltılar ve baskılar bireysel tepki çekse de geniş kitleleri harekete geçirecek bir etki yaratmıyor. Muhalefetin belki de en büyük yanılgısı, halkın hemen harekete geçmesini beklemesi. “Hep birlikte hareket etmeliyiz” gibi sloganlar kulağa hoş gelse de toplumda somut bir karşılık bulmuyor. İnsanlar değişimin mümkün olduğuna inanmadığı için yalnızca izliyor.
Burada asıl mesele, muhalefetin nasıl bir yol izlemesi gerektiği. Bunu anlamak için sokağı iyi gözlemlemek gerekiyor. İstanbul’da gördüğüm kadarıyla halk, yüksek sesle tepki gösteren değil, çözüm üreten bir muhalefet görmek istiyor. Büyükşehir belediyeleri muhalefetin elinde ve bu, alternatif bir yönetim anlayışı sunmaları için bir fırsat. Eğer gerçekten çözüm üretebildiklerini gösterirlerse halkın güvenini kazanmaları mümkün olabilir.
Bu halk, tarih boyunca nice oyunlar gördü, nice vaatler dinledi; kolay ikna olmaz ve harekete geçmekte temkinlidir. Muhalefetin işi zor, çünkü burada sadece iktidarı değil, güveni zor kazanılan bir toplumu da aşması gerekiyor.