Haber Bandı Yazarlar Agah ALTUNSUYU ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?
ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?
27 Ağustos 2024

Son yıllarda ülkemizde "Türk tipi demokrasi," "Türk tipi ekonomi (Nas ekonomisi)" ve "Türk tipi başkanlık sistemi" gibi ifadeler sıkça kullanılır oldu.
Ancak bu listenin yeni bir üyesi daha var: "Türk tipi şeriat." Evet, maalesef bu durum artık hayatımızda de facto bir gerçeklik olarak yerini aldı. Peki, bu tehlikeli değişimin farkında mıyız? Yoksa üç maymunu mu oynuyoruz?

Nasıl mı? Anlatalım.

Yasal olarak faaliyet gösteren iş yerlerine saldıran şeriatçı kalabalığı izleyen polis ve bekçilerin sessizliği, zaman zaman"Şeriat istiyoruz" diye bağıran karanlık tipler... Bu görüntüler, Türkiye'de yaşanan dönüşümün açık birer işaret fişeği.
Bu dönüşümün en görünür halini yine  sokaklarda kadınların giyimine karışan ve kamusal alanlarda onları 'tebliğ' adı altında taciz eden grupların artışı; okullarda zorunlu dini eğitim dayatmaları... Bütün bunlar, toplumsal yapımızın köklü bir dönüşüme sürüklendiğinin en bariz işaretleri. Bu sadece endişe verici bir gelişme değil, aynı zamanda özgürlüğümüze ve haklarımıza yönelen bir tehdit. Korkmamız gerekiyor, çünkü bu sessiz gerici devrim hepimizin kapısında.

Hemingway'in "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" romanındaki sözlerini hatırlayalım: "Birinin ölümünde çanlar kimin için çalıyor diye sorma, senin için çalıyor." Yaşanan olaylar hepimizi etkileyecek. Görmezden gelirsek, çanlar bir gün gerçekten bizim için çalacak ve o zaman iş işten geçmiş olacak.

Dün yaşanan önemli bir gelişmeyi de unutmamak gerek.
Cumhur İttifakı’nın Hüda Par ile Malazgirt Zaferi’ni kutlarken Ahlat’ta verdiği fotoğraf, çok can sıkıcı.
Komutanların isimleri anons edilmesine rağmen sahneye çıkmayarak Hüda Par ile aynı karede görünmek istememeleri bir umut ışığı yaksa da, iktidarın laiklik karşıtı tutumu oldukça ürkütücü. 
Hatırlayın,
“Aynı siyasal iktidar, bu kardeşlerimiz ne istedi de vermedik? ‘Namaz kılandan zarar gelmez’ diyerek orduyu, yargıyı ve polisi terör örgütüne teslim etmişlerdi.”

Üstüne üstlük, bir de Anayasa değişikliği söylemleri var ki, mevcut durumu iyileştirmek yerine daha büyük tehlikelere kapı aralamaktan başka bir işe yaramaz. 
2010 yılında yapılan değişikliklerle yargı sisteminde yaşananlar hâlâ hafızamızda. 
Daha kaç kere aynı hatayı yapmamız gerekiyor?

Siyasal iktidarın modern yaşam ve günümüz sorunlarına,bir akla dayalı çözüm üretme kapasitesi yok. Onlara önerim, siz yine menkıbe anlatın, Asr-ı Saadet döneminde gezinin. Hazreti Ömer’in adaletinden bahsedin .
Ama bugünün Türkiye’si için önerdiğiniz şeyler, Türkiye’nin çok hayrına olmadı.

"12 Eylül Anayasası’nı değiştireceğiz" diyen bu zihniyeti desteklemek, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi bir şey. Mevcut durumu düzeltmeye çalışırken, daha büyük ve tehlikeli bir zihniyete kapı aralayabiliriz. Bu kapıdan "Hamdolsun, artık şeriatımız da var" diyenler çıkabilir karşımıza. Unutmayın, özgürlüğümüzü bir kez kaybedersek, geri kazanmak için çok geç olabilir. Tıpkı İran’da olduğu gibi.

Devrim kanunlarının ve laikliğin korunması, Türkiye’nin çağdaş ve medeni bir toplum olarak varlığını sürdürebilmesi için hayati önemde. Unutmayalım ki, bu çanlar hepimiz için çalıyor; toplumsal yapıya yönelik her operasyon, birey olarak hepimizi etkiler. Bugün sustuklarımız, yarın kaybettiklerimiz olur.


Seç