‘’ Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor.’’ diyor Hikmet Benol.
Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunları, kelimelerin zihne değil, doğrudan ruha temas ettiği bir metindir. Hikmet Benol'un iç dünyasında dolaşırken, sadece onun değil, bizim de gerçekliğimiz çatırdar. Beni en çok etkileyen şey; karakterin değil bir insan, bir ülke, bir çağ kadar karmaşık olmasıydı.
‘’ Hayat, oyun gibiydi ama ben hiçbir zaman oyunun kurallarını öğrenemedim.” derken Hikmet, yalnızca kendi çıkmazını anlatmıyor, benim içimdeki bir yaraya da parmak basıyordu. Kitabı okudukça fark ettim ki, bu 'oyun', hepimizin farkında olmadan içine düştüğü bir girdap haline gelmiş. Hepimiz, kendi ‘tehlikeli oyun’umuzu oynuyoruz; bazen aklımızla, bazen kalbimizle, bazen geçmişimizle.
Kitabı okurken en çok gerçek ile kurmaca arasındaki o bulanık sularda yüzmekten yoruldum. Çünkü bu sadece bir hikâyeden ibaret değil, bir yaşantının kırık dökük izleri gibi… Ne tam bir roman ne tam bir tiyatro… Sanki bir bilinç akışıyla yazılmış içsel bir senaryo. Okurken sadece bir karakterin iç yolculuğunu değil insan aklının en gizli köşelerinde nasıl çürüyebileceğini izledim. Oğuz Atay sadece kelimelerle değil, kelimeler arasındaki boşluklarla konuşuyor. O boşluklarda da bir çöküş başlıyor.
Metin klasik bir anlatının kalıplarını kırmakla kalmıyor, okuyucusunu da kırıyor. Çünkü bu sadece bir roman değil bir düşüntü aygıtıdır. Sayfaları çevirdikçe yalnızlığın, umutsuzluğun derin katmanlarına ineriz. Hikmet’in oyun sandığı şey aslında bir yaşam biçimidir. Kurmaca ile gerçeği, zihin ile bedeni, var olmakla olmamak arasındaki o daracık hattı birbirine karıştırarak yaşamak…
Ve tüm bu oyunun içinde, Atay bizi hep aynı gerçekle yüzleştirir: Akıl, eğer sınır tanımazsa, kendini tüketir. Hikmet’in oyunları, aslında bizim hayatta kurduğumuz savunma mekanizmalarının abartılmış bir versiyonudur. O kadar abartılmıştır ki sonunda gerçekliğin kendisi bir parodiye dönüşür. İşte bu noktada roman klasik tanımının ötesine geçer; bir içsel yıkıma, zihinsel bir patlamaya dönüşür. “Kelimelere yeni anlamlar katalım, bulduğumuz anlamlara yeni kelimeler uyduralım. Kelimeleri toprak diyip basıp geçmeyelim. Düşünelim altında yatan binlerce kefensiz manayı...” diyen Hikmet, varoluşun bedelini kendi diliyle öder.
Ve son sayfayı çevirdiğimizde anlarız ki aslında en tehlikeli oyun kendimizle oynadığımızdır. Hikmet Benol sadece bir roman kahramanı değildir. O sizsiniz. O hepimiziz. Ve bu gerçekle yüzleşmek en büyük tehlikedir.