Bazen bir haber düşüyor ve diyorsun ki: “Yok artık, bu kadar da değil.”
Sonra ertesi gün, daha da “değil” oluyor.
Ve bir bakmışsın, artık şaşırmamayı öğrenmişsin.
Halit Ergenç’e, “Gezi’ye seni Ayşe Barım gönderdi,” demişler.
“Hayır, kendi isteğimle gittim,” demiş adam.
Ama mahkeme inanmamış.
“Yalan söyledin,” diyerek ceza vermiş.
Evet, doğruyu söylediği için ceza.
Kafayı nereye çarptık biz?
Nerede bıraktık aklımızı?
Nevşin Mengü, “Bir cinnet hali var ülkede,” demiş.
Haklı.
Yargı, akıl yitirmiş.
Gerçekle yalan yer değiştirmiş.
Oyun gibi.
Ama gerçek.
Ekrem İmamoğlu’na da, “Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret etti,” dediler.
Halbuki etmeyen tek kişi oydu belki.
Ama ceza ona kesildi.
Çünkü oyun böyle oynanıyor.
Yalnızca bu da değil.
Sosyal medyada bir şey paylaşan…
Tişörtündeki aykırı bir yazı…
Zat-ı şahaneleri karikatürize eden karikatürist…
Hepsi potansiyel suç ve suçlu.
İçeri alınabilir.
İçeride çürütülebilirsiniz.
Bazen bir tweet.
Bazen bir röportaj.
Bazen bir yürüyüş.
Hepsi suç olabilir.
Ve biz hâlâ “hukuk devletiyiz" diyoruz.
Kime göre?
Neye göre?
Bize düşen, sadece doğruyu söylemek.
Ne pahasına olursa olsun.
Halit Ergenç gibi.
“Hayır, ben kendim gittim,” demek.
Yalansa yalan.
Ama değil.
Yine de ceza alabiliriz.
Olsun.
Evet, bazı suçlar cezasını kendi içinde barındırır.
Doğruyu söylemeyip susmak gibi; insan, bu suskunluğun utancını bir ömür boyu taşır.
Eğer bu utancı bir ömür boyu taşımak istemiyorsan, susma. Doğruyu söyle